26 Aralık 2010 Pazar

Ey Aşk Nerdesin?

2010 yılının son haftasına girerken, 2010’da geçirdiğim 51 haftaya baktığımda gözlerimin buğulandığını hissediyorum. İyisiyle, kötüsüyle geride kalan bu 51 haftanın bende yarattığı ilk etki “zaman ne kadar çabuk geçmiş” oluyor. 2010 yılı bende çok sıra dışı değişikliklere yol açmadı. 2010 yılının ilk haftalarında sevdiğim insanlara ve aşık olduğum şehre veda ederken yaşadığım hüzün sanırım 2011 yılının ilk haftasında da kendini gösterecek. Bu sefer bir farkla… Geçen sene İstanbul’a mı dönsem, Barselona’da mı kalsam çelişkisi yaşarken ve çevremdeki herkesi bu kararsızlığıma ortak ederken artık kararlıyım: İstanbul’a döneceğim. Şimdi tek sorun ne zaman döneceğim. Umarım 2011 araştırma projem için hayırlı bir yıl olur, her şey tıkır tıkır işler de ben de Ekim ayında artık İstanbul’umda, bana ait olan bir hayatta, gerçek hayatımda yaşamaya devam ederim.Tümünü Yasla

İstanbul demek, aşk demek benim için. Sokaklara, kalabalığa, çelişkilere, farklılıklara, tanımadığım insanlarla “ne olacak bu memleketin hali” muhabbetlerine, kaosa, çocukluğuma, hayatımdaki insanlara, aileme, Asmalımescit’e, kitapçılara, tek başına bir şey yapmanın lüks olmasına, dedikoduya, anadilime, kitapçılarda saatler geçirmeye, karikatürist ve mizah yazarlarının kelime oyunlarına duyduğum bir aşk. İstanbul demek geçmiş ve gelecek demek. Maalesef bugünümdeki Barselona geçmişim ve geleceğimin İstanbul’u arasında çok sönük kalıyor. İşte bu sönüklüğü biraz olsa çekilebilir kılmak, aradığım aşkı dış dünya yerinde içimde bulmak için, 2010 yılında okumak için seçtiğim kitapların 4 ana temada toplandıklarını söyleyebilirim: Sufizm, Aşk, İstanbul ve Elif Şafak. Sufizm ile ilgili yazımı henüz okumadıysanız, şuradan ona ulaşabilirsiniz. İstanbul ve Elif Şafak’ın kitapları belki gelecekte başka yazılarıma konu olurlar. Bu seferki yazım Aşk üzerine

Aşk… 3 harfin birleşiminden meydana gelmiş bu kelimenin kavramlaştırılması herkesin yaşantısına göre farklılaşır. Dünya üzerinde kaç milyar insan yaşıyorsa o kadar milyar tanım yapılır bu kelime için. Bazıları der ki, ben aşkı tanımlayamam, anlatamam, sadece yaşarım ve hissederim. Bazıları da aşkı dış dünyada yaşayamaz, ancak kelimeler arasında yaşarlar ve yaşatırlar. Çok satan kitapların, çok izlenen filmlerin, çok dinlenen şarkıların, en sansasyonel ünlülerin, en çok para kazanan terapistlerin, bunların hepsinin en temelinde aşkın olması rastlantısal değildir. Aşk aslında her insanın hayatında vardır ancak bazen öyle saklanır ki bir yerlere, inancımızı kaybetmeye başlarız, umudumuzu keseriz, hayat artık çok yavan bir tat vermeye başlar. Benim de böyle anlarım olur, bazen katlanabileceğimden daha sık… İşte o anlarda kelimeler arasında aşkı aramaya başlarım.

Birkaç sene evvel Otto Kernberg’in ki kendisi günümüzün ünlü psikoanalistlerindendir, Aşk İlişkileri adlı kitabını okumaya başlayıp ağır psikodinamik kuram terimleri ve dili yüzünden elimden bırakmıştım bu kitabı. Yaklaşık iki sene önce de Uzman Psikolog Tarık Solmuş’un Bağlanma ve Aşkın İki Yüzü adlı kitabı okuyup hakkında bir yazı yazmıştım ve bunu facebook üzerinden arkadaşlarımla paylaşmıştım. Bu sene, konuyla ilgili okuyup çok beğendiğim ve bu yazıyı yazmam için beni tetikleyen kitap ise Erich Fromm’un “Sevme Sanatı” adlı kitap. Kitabın İngilizce versiyonunu okuduğum için burada yapacağım alıntılar İngilizce olacak. Ancak kitabın Türkçesi’ni kitapçılarda bulmak çok kolay. Bu kitap hakkında yazacaklarım hoşunuza giderse zaman kaybetmeden kitabı edinmenizi tavsiye ederim.

Erich Fromm üniversite 3. sınıfta aldığım kişilik kuramları dersinden aklımda kalan psikoanalitik kuramcılardan biriydi. Sevme Sanatı adlı kitabını rafta gördüğümde kapağında yazan “International Bestseller”, “Classics of Personal Development” kitabın satışını arttırmaya yönelik sloganlar biraz şaşırttı beni. Ciddi bir kuramcı nasıl bir “bestseller” yazmış acaba diye merak edip kitabı aldım hemen. Kitabın önsözünün ilk cümlesinde zaten tipik bir kişisel gelişim kitabı zannedip bu kitabı alanların hayal kırıklığına uğrayacağını şuradan anlayabiliyoruz: “The reading of this book would be a disappointing experience for anyone who expects easy instruction in the art of loving.”

Kitap “Aşk bir sanat mıdır?” sorusuna cevap arayarak başlıyor. Bu bölümde insanların aşk probleminin “sevmek” yerine “sevilmek” temelinden kaynaklandığını düşündüklerini, bu yüzden de insanların kendilerini “birini”, “herkesi” ve “her şeyi” sevmeye kurmak yerine, “biri tarafından” veya “herkes” tarafından beğenilmek için davranış sergilediğini vurguluyor. Bir sanatı öğrenirken bunun teorik ve pratik yanlarında uzmanlaşma gerektiği ve sevme sanatının da bilgi ve çaba sarf edilmeden öğrenilemeyeceği öne sürülüyor.

İkinci bölüm, “Aşk’ın Kuramı”nda aşk-veya- sevgi, ayrılık kaygısına ve yeniden birleşme arayışı temelinde açıklanıyor. Bu bölümde simbiyotik ilişkinin türleri olan mazoşist ve sadist insanların özellikleri de ilgi çekici bir şekilde ele aldıktan sonra “Olgun Aşk” elde edilmesi istendik olan “ideal aşk” olarak ortaya koyulurken şöyle bir tanım yapılıyor: “mature love is union under the condition of preserving one’s integrity, one’s individuality.” “ The active character of love can be described by stating that love is primarily giving, not receiving” alıntısından da aşkın aslında pasif değil, aktif bir duygu olduğunu anlayabiliyoruz. Yani vermesini bilmeyen, sadece alma odaklı bir ilişki yaşayan bir insanın “Aşk” ve/veya “Sevgi” ilişkisi yaşadığından söz edemeyiz. Tam bu noktada, diğer beğendiğim bir söz de “Çok şeye sahip olan değil, çokça verici olan kişi zengindir”. Bizim kültürümüzdeki, “benim gönlüm zengin” sözünü kullanan kişilerin aslında gerçekten zengin olmaları gibi düşünebiliriz bunu. Bir insanı sevmek için ona saygı duymanın gerekli olduğu, saygı duymak için de onun hakkında bilgi sahibi olmanın ön koşul olduğu öne sürüyor Erich Fromm. Bilginin rehberlik etmediği sorumluluk ve ilgi/alaka’nın (Eng. care) kör olduğunu söylüyor. Şu alıntıdan da saygının bir ilişki için ne kadar önemli olduğunu görebiliyoruz: “I want the loved person to grow and unfold for his own sakes, and in his own ways, and not fort he purpose of serving me. If I love the other person, I feel one with him or her, but with him as he is, not as I need him to be as an object for my use.” Bu alıntıdan sonra aklıma şu söz geliyor: “Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım yok. Seni seviyorum çünkü bana ihtiyacın yok.”

Aşık olmak, sevmek için bir insan hakkında bilgi sahibi olmak gerek demiştik. Sadece karşımızdaki kişiyi tanımak sağlıklı bir ilişki için yeterli olmuyor. İnsanın kendisini de objektif olarak tanıması gerekiyor (ki psikoanalitik kuramcılara göre aslında bu çok çaba gerektiren bir şey. Erich Fromm kitabının çeşitli bölümlerinde aşk ilişkisinin Klasik Freud kuramında nasıl ele alındığı ile ilgili atıflarda bulunurken kendi kuramsallaştırmasıyla da dikkat çekici, üzerinde düşünülmesi gereken karşılaştırmalar yapıyor.): “I have to know the person and myself objectively, in order to be able to see his reality, or rather, to overcome the illusions, the irrationally distorted picture I have of him.”

Aşkın Fromm’a göre kuramsal formülleştirilmesi kaba taslak: Aşk = İlgi+Sorumluluk+Saygı+Bilgi (ve bunlarım bütün hepsi birbirleriyle bağlantılı).

İkinci bölümün ikinci alt başlığında, “Ebevenynler ve Çocuk Arasındaki Sevgi” ele alınıyor. Anne ve babaların çocuklarının hayatlarında nasıl figürleri temsil ettiklerinden bahsediliyor ve çocukken anne ve baba ile kurulan ilişki örüntüsünün yetişkinlikteki aşk ilişkisine nasıl etki edebileceği açıklanıyor. Bu bölümü okumadan önce de fazlaca “anneci” olan erkeklerden uzak durma refleksi geliştirmiştim ancak bu bölümü okuduktan sonra gerekli kuramsal bilgiyle bu refleksimde ne kadar haklı olduğumu en azından kendime açıklayabiliyorum: “One cause for neurotic development can lie in the fact that a boy has a loving, but overindulgent or domineering mother, and a weak and uninterested father. In this case he may remain fixed at an early mother attachment, and develop into a person who is dependent on mother, feels helpless, has the striving characteristic of the receptive person, that is, to receive, to be protected, to be taken care of, and who has a lack of fatherly qualities- discipline, independence, and an ability to master life by himself.” Bu alıntıyı hazmettikten sonra birkaç satır yukarıya dönersek, göreceğiz ki, aşk, almak değil vermektir…Çocukluktan olgunluğa aşkın takip ettiği süreç ise şu satırlardan anlaşılabilir: “ Infantile love follows the principle: ‘I love because I am loved.’ Mature love follows the principle: ‘I am loved because I love.’ Immature love says: ‘I love you because I need you.’ Mature love says: ‘I need you because I love you.’

Erich Fromm 3. Bölümü aşkın birbirleriyle bağlantılandırılmış ekonomik, sosyolojik ve psikolojik analizinin bir özeti gibi. “Love and Its Disintegration in Contemporary Western Society” başlığı altında kapitalist düzenin insanları ne kadar yalnızlaştırdığından ve üretken olabilmek için diğer insanlarla girilen rekabetin sevgiyi nasıl etkilediğinden bahsediyor. Ayrıca günümüzde yaşanılan nörotik aşkların kaynaklarından ve bu tip aşkların örüntülerini de bu kısımda ele alıyor. Bir önceki bölümde bahsedilen “Anneci Erkekler”in yetişkinlikle kadınlarla nasıl ilişki kurdukları şöyle açıklanıyor: “ … These men still feel like children; they waht mother’s protection, love, warmth, care and admiration; they want mother’s unconditional love, a love which is given for no other reason than that they need it, that they are mother’s child, that they are helpless. Such men frequently are quite affectionate and charming if they try to induce a women to love them, and even after they have succeeded in this. But their relationship to the woman (as, in fact, to all other people) remains superficial and irresponsible.. Their aim is to be loved, not to love.”

Sevmek bir sanatsa hem kuramsal hem pratik alt yapı gerektirir demiştik başlarken. Erich Fromm kitabı bitirirken son bölümde “The Practice of Love” da “sevme”nin hayat kazanabilmesi için neler gerektiğini özetlemiş: Konsantrasyon, narsistik bakış açısından sıyrılabilme ve inanç benim açımdan “birini”, “bir şeyi”, “insanın kendisini” sevebilmesi için gerekli en önemli üç şey. Özellikle de inanmak ve inanç: “Only the person who has faith in himself is able to be faithful to others.” “To have faith requires courage, the ability to take a riskü the readiness even to accept pain and disappointment.”

While one is consciously afraid of not being loved, the real, though usually unconscious fear is that of loving. To love means to commit oneself without guarantee, to give oneself completely in the hope that our love will produce love in the loved person. Love is an act of faith and whoever is of little faith is also of little love”…

2010 yılına girerken yılbaşı partisinde bana “Kariyer” ve “Başarı” kurabiyesi hediye eden arkadaşım, dün gece doğum günü gecemde “Her şey Aşk’tan” kolyesi hediye etti… Bu bir işaret olmalı…

Ey aşk Nerdesin? Diye başladım bu yazıya, Ey aşk çok yakınımdasın, seni bulmam an meselesi diyerek bitiriyorum…

Herkese Sevgi ve Aşk Dolu bir 2011 geçirmelerini dilerim…

2 yorum:

  1. Barcelona Turca aralcılığıyla tesadüf eseri blogunuzu buldum. Yazılarınız çok güzel.

    Ama hiç Barcelona'dan dönmek istenir m? Ben gidebilmek için tam 1 senedir bekliyorum. Umarım Şubat ayında kavuşacağız.

    YanıtlaSil